1.Şehirler
Şehirler üretimin merkezileşmesi ve sınai üretimin hakim kılınması açısından izole ve bir o kadar da küresel olan olan kontrol matrisleridir. Alman İdeolojisi’nden bir alıntıyla açıklayalım:
“Kent, kırsal yaşamın karşıtı olarak; nüfusun, üretim araçlarının, sermayenin, zevklerin ve gereksinimlerin merkezileştiği yerdir. Kentin zıttı olan köy: İzolasyon ve ayrışmanın temsilcisidir.” (Marx & Engels, Alman İdeolojisi)

Bu bağlamda günümüzde kapitalist üretim ilişkilerinin yoğunlaşmış olduğu şehirlerde, sistemin derinleştirdiği krizler “şehirlere dair olan” izole bir hal alıyor.
Bu durum, şehirde yaşayan insanların krizin öznesine bizzat tanık olurken, örneğin, bir kadın patriyarkal iktidarın nasıl kurumsallaştığını ve kurumlarını görebiliyorken, şehir simülasyonunda krizin öznesi ve nesnesinin birliği devamlı olarak üretilebiliyor ve direniş yükselebiliyor. Hal böyleyken, şehir bir yandan rızayı yeniden üreten kurumlarıyla bir yandan kapitalist üretim tarzının çelişkilerini sübvanse etme açısından zoru ve baskıyı kullanıyor.
Öte yandan, şehirlerde kapitalizmin krizleri de merkezileştirmesi, kent-kır ayrımını derinleştirmesi yaşanılan eko-kırımın toplum nezdinde örgütlenmesinin önüne geçiyor. Halbuki, krizin çevresel boyutunun etken alanı şehirlerken krizin nesnesi “şehir-dışı olan” olmasından kaynaklı olarak şehirde yaşan insan çevresel yıkımın muhattabını genelde medya aracılığıyla deneyimleyebiliyor, gündelik yaşamında nadiren yeniden üretiliyor ve böylelikle yıkımın çevresel boyutuna dair olan bilgi dolaşıma giremiyor, şehirde örgütlenemiyor.

Ayrıca kavramın kavranışı bakımından, şehirler kendisini pratik olarak izole etmenin yanı sıra söylem olarak da izole edilmiştir. Şehir, çevreye bir “öteki simülasyonu” imajı biçer. Kendini ondan hem soyutlar, hem de onun -şehrin dinamiklerinde- var eder çünkü bu insanoğlunun kökleri ile kapitalist üretim tarzının çelişkisiyle, toplumsal tahakküm ile rıza üretiminin çelişkisinin bir sonucudur.
Bununla birlikte, doğayı deneyimleme açısından şehirler, organik toplumdan bu yana gelişen tahakküm ilişkilerinin kendi içerisinde barındırarak doğaya egemen olma anlayışını kurumlarıyla güya meşru bir zemine koyarak, bir öteki simülasyonu olan çevreyi* yaratmış, bu anlayışı öteki simülasyonunun tini ve zorunluluğu olarak yeniden üretmiştir. Bu bağlamda mücadele ekseni, çevre mücadelesini soyutlamadan üretim, tahakküm ve şehirler olmalıdır.
2.Doğa

“Doğa, sabit sınıflandırmalara direnen daimi bir değişim ve doğurganlık kaleydoskopudur.” diyor Murray Bookchin. Buradaki tanımdan yola çıkarak first nature* (birinci doğa) ve second nature* (ikinci doğa) arasındaki ilişkinin, diyalektik olduğunu ve doğanın bir önkoşuldan ziyade iki sınıflandırmanın potansiyellerini gerçekleştiren unsur olarak görmek mümkündür. Bookcin ekliyor: ”Toplumsal dünyayı doğadan,doğayı kademeli olarak toplumun içine getiren sürekliliği yok etmek zorunda kalmamıza yol açacak kadar bağımsız kılmak zorunda değiliz.” Bu bağlamda okura bir ekoloji mücadelesinin analizinde öncelikli olarak doğayı böyle okumayı öneriyoruz. Bu okuma, geleneksel usun aksine etrafı ve mücadeleyi anlama açısından bize sağlam bir rehber olacaktır.
-ODTÜ Toplumsal Ekoloji Topluluğu
Bir yanıt yazın