Suikasttan sonraki nesnel sürecin gelişimi iki esas şeyi ortaya koyuyor — dünya kapitalizminin ve Sovyet bürokrasisinin muazzam zayıflığı. İlk bakışta, Sovyet bürokrasisinin varlığının kapitalizmin varlığına bağlı olduğu çelişkili görünebilir. Ancak bu gerçek, Kennedy suikastının dünya kapitalizmi ve bürokrasi üzerinde yarattığı muazzam şoku ve büyük ıstırabı doğuruyor.
Kennedy suikastı tüm dünya kapitalist sistemini derinden sarstı. Sadece dünya borsalarını değil, tamamen kapitalizm sistemini sarstı. Yalnızca işçi devletleri içinde değil, bizzat kapitalizm içinde gelişen bu olayın sonuçları konusunda da soru işareti oluşturdu. Dünyanın tüm başkanlarının hızla Washington’a gelişinin amacı sadece cenazeye katılmak değil, aynı zamanda Kruşçev ile barış içinde bir arada yaşama arayışını yeniden tasdik etme girişimiydi. En azından görünüşte Pentagon’un planlarını mümkün olduğunca içerecek sağlam bir cephe sunmaya çalışarak Pentagon’a, Johnson’a baskı yapmak istediler.
ÇETELER ARASI MÜCADELE
Kapitalizmin kendisini bu tür tedbirleri almak zorunda görmesi, varlığını kendi kapasitesine ve gücüne değil, Sovyet bürokrasisinin planlarına emanet ettiğini göstermektedir. Var olmasına izin verenler bu insanlardır. Kennedy’nin cenazesine gelen dünya kapitalizmiydi. Aslında olay sadece yas tutanlarla ilgili bir mesele değil ancak kapitalizmin geleceğini düşünmek için toplanan bir dünya karşı devrimci konseyi idi. Sorun, karşı devrimin örgütlenmesi değildi — bu görev kararlaştırıldı ve üstlenildi — ama Sovyet bürokrasisinin barışçıl bir arada yaşama politikasının sunduğu tüm avantajlardan azami ölçüde yararlanmaktı. Bu, kapitalizmin gücünü ölçmemiz gereken standarttır, ekonomik perspektifleri düzeyiyle değil.Çeşitli borsalardaki hızlı toparlanma, kapitalizmin kendine olan güvenini yeniden kazanmış gibi görünmesini sağlayabilir. Bu tamamen yüzeyseldir. Kapitalizm, ekonomik ilerleme düzeyine göre değil, kendisine toplumsal ve politik güven sergileme derecesine göre değerlendirilebilir. Kapitalizmin birleşik cephesi sömürgelerin devrimine karşı, proleter devrime karşı, işçi devletlerine karşı vardır. Bu nedenle, dünya sosyalist devrimi karşısında tek odaklı, uyumlu bir politika izleyememek, kapitalizme olan güvenin ve tarihsel perspektifin tamamen yokluğunu gösterir. Eğer ki Sovyet bürokrasisi bu olaydan herhangi bir avantaj elde edemezse, bu olayın onlara geri tepmesi korkusundandır. Bu olaylardan kar elde etmek, dünya kapitalizminin otoritesini zayıflatmak ve sonuç olarak kitlelerin eylemini artırmak anlamına gelir. Sovyet bürokrasisinin sessizliğinin nedeni budur.
Kennedy suikastı, çeteler arasındaki mücadelenin sonucudur. Bir hizip, karşı hizipten bir üyeyi tasfiye etti.
Amerikan emperyalizminin kalbinde iki eğilim vardır.Bir eğilim, Pentagon denen şeye odaklanır ve yanlış bir şekilde “sağ kanat” olarak adlandırılır (kapitalizm için sol veya sağ yoktur, sadece aynı politikaya göre farklı konumlar vardır) ve diğeri de “Kennedy” eğilimidir. Pentagon eğilimi, işçi devletlerinin varlığının devam etmesininin kapitalizmin çıkarlarına aykırı olduğunu ve dolayısıyla bu uzatmaya karşı olduğunun farkındadır. Bir anlamda doğrudur çünkü savunduğu sektörler, savaşa hazırlığın mali ve askeri aygıtıyla en yakından bağlantılı olanlardır.
PENTAGON ÇİZGİSİ
Bu aşamada kapitalizm, eskisi gibi işleyebilmesi için devlet aygıtını ve onu kontrol eden çevreleri çok büyük ölçüde merkezileştirmeye yönelmiştir. Kuzey Amerika ekonomisi, nükleer savaş hazırlıklarına yönlendirilmiş sürekli mali yardım ve askeri harcama akışı olmadan işleyemez. Bugün ABD ekonomisinin düzgün işlemesini belirleyen şey buğday ya da otomobil ya da başka bir sanayi dalı değil, nükleer savaş sanayisidir. Bu sanayi ise çok sınırlı bir grubun, yirmi fanatiğin elindedir. Bu grup kendi varlığını korumanın tek yolunun nükleer savaşı başlatmak olduğunu çok iyi bilmektedir. Kendi çıkarlarını savunmak için emperyalizmin “sert çizgi” denen tutumunu savunurlar. Yani Küba ya da Almanya konusunda taviz vermemek ve işçi devletlerine karşı savaşa kadar giden baskı ve şantaj politikası yürütmek. Dulles’in açıkladığı “uçurum siyaseti” onların çizgisidir. Bu politika, Kennedy’ninkinden çok farklı değildir. O da son noktaya kadar gitmeye hazırdı. Fark şuradadır: Kennedy’nin eğilimi, Sovyet bürokrasisinin barış içinde bir arada yaşama politikasından yararlanmak istiyordu. Yine de Kennedy’nin Küba, Vietnam, Latin Amerika politikası, “sınırına kadar gitme”, yani nükleer savaşı göze alma politikasıydı.
Fakat tarihin bu aşamasında, şuradan sonra savaş başlar denilebilecek kesin bir sınır yoktur. Savaş, dünyanın “uçurumun eşiğinde” olmasına gerek kalmadan patlak verebilir; çünkü bu savaş iki rakip kapitalist kesimin mücadelesinin ürünü değil, dünya kapitalizmiyle işçi devletleri ve dünya devrimi arasındaki çatışmanın meyvesi olacaktır. Ayrıca kapitalist askeri aygıt içindeki stratejik dengelerdeki bir değişiklik de belirleyici olabilir. Küçük bir emperyalist grup olan Pentagon’un bugün savaşı, Küba istilasını başlatabilmesini sağlayan faktör, ekonominin onlara bağlı olmasıdır. İngiliz, Fransız, Yankee emperyalistleri askeri hazırlık programını felce uğratsalar ya da örneğin %15 oranında azaltsalar bu, kapitalizmi çökertecek bir krize yol açardı. Böyle bir şey olanaksızdır. Kapitalist ekonominin motoru savaş hazırlığıdır. Kapitalist ülkelerin bütçelerine, ulusal kaynaklarının kullanımına bakmak yeterlidir. Savaş ekonomisi sadece nükleer hazırlık değil, aynı zamanda emperyalizmin sömürge ülkelerde yürüttüğü tüm savaşların toplamıdır.
Kapitalizmin çözülmesinin en önemli biçimlerinden biri de kendi içsel dağılmasıdır. Kapitalizm saldırgan ve yoğun bir rekabet yürütür. Fakat tarihsel açıdan bakıldığında devrimin ilerleyişine karşı koymanın tek yolu dünya nükleer savaşını başlatmaktır. Bunun ne zaman ve nasıl olacağını söylemek mümkün değildir. Emperyalizmin tüm aygıtı her an savaşı başlatmaya hazırdır. Bugün önceki savaşlarda olduğu gibi uzun bir askeri hazırlık gerekli değildir. Nükleer savaş bu hazırlığı gerektirmez. Dahası, kapitalizmin halklarını savaşa gireceği konusunda önceden uyarmakta hiçbir çıkarı yoktur. Eski emperyalistler arası savaşlarda her kapitalist ülkenin kendi halklarını hazırlaması, diğer kapitalist ülkelere karşı bir dayanışma sağlaması gerekirdi. Her biri işçi hareketini ezmeye, işçi önderliklerini kendi yanına çekmeye ihtiyaç duyardı. Halkın savaşı kabul etmesi için psikolojik ve toplumsal bir hazırlık zorunluydu. Bugün bu artık mümkün değildir; çünkü savaşa hazırlık için kitlelere yapılacak bir çağrı, kitleleri kapitalizme karşı harekete geçirir. Gerçekte ilerleyen şey dünya devrimidir, kapitalizmin OTORİTESİ değil.
Bütün bunlar Kennedy suikastına da yansıyor. Suikastın organizatörü Pentagon bu bilincin ifadesidir. Kennedy’nin politikalarının kapitalizmi zayıflatacağından korkuyor ancak öte yandan bürokrasinin barışçıl bir arada yaşama teklifini kullanmanın bir yolu olduğunu da anlıyordu.Pentagon eğiliminin iktidara gelmesi hiçbir şekilde barış içinde bir arada yaşama politikasından vazgeçilmesi anlamına gelmez. Şüphesiz ki ne yapacağını bilmeyen ve düğmeye basmaya hazır olan askeri personel var. Ancak Pentagon’un eğilimi ne kör ne de aptaldır. Birlikte yaşamayı kabul eder, ancak başka bir açıdan, Vietnam ve Latin Amerika’ya daha doğrudan müdahale olasılığını dışlamayan bir birlikte yaşamadır bu. İşçi devletlerinin ve kitlelerin tepkisini ölçecek şekilde hareket etmeye çalışacaktır. Pentagon ile Kennedy arasındaki fark da burada yatıyor.
Kennedy son konuşmasında tüm Amerikan ve dünya kapitalizminin dikkatini önemli bir soruna çekti: “Aslında savaş açamayız çünkü tüm dünya karşımızda.” Bu, savaştan vazgeçmek anlamına gelmez, çünkü savaşa karar veren şey kapitalizmin planları değil, ilerleyen ve kapitalizmin savaş yoluyla tepkisini doğuracak olan dünya devrimidir. Bu nedenle barış içinde bir arada yaşamak, emperyalizme, savaşı başlatmak için daha iyi koşullar elde etmek amacıyla kullanmaya çalıştığı tarihi bir gecikme olanağı tanır.Fakat gerçekte bu, kapitalizmin çürümesini gösteren bir eylemsizlik halidir. Kapitalizmin yükselme dönemindeki gelişiminin koşullarından biri dinamizmi, dinamik tepkileriydi. Barış içinde bir arada yaşamanın kabul edilmesi, kendisi için çok büyük bir avantaj teşkil etse de, tarihsel olarak bekası açısından kendisine hiçbir avantaj sağlamamaktadır. Doğru, giderek daha fazla atom silahıyla silahlanıyor ve sonuç olarak sürekli siyasi ve sosyal otoritesini kaybetmesine rağmen atomik yıkım kapasitesini artırıyor. Fakat kapitalizm için dünya devrimini silahsızlandırmak hiçbir şekilde mümkün olmayacak, sadece insanlığa daha fazla zarar vermek mümkün olacaktır.Ve hem temel hem de hayati olan bu gerçek, Kruşçev kadar Çinliler tarafından da göz ardı ediliyor. Bu sözde Pentagon eğilimi, Beyaz Saray’ınkine karşıt değildir. Aralarında düşmanlık yok ama çelişkiler var. Pentagon son derece perseptif ve dünya devriminin ilerleme sürecini gözlemliyor. Çıkarları, uzun vadeli barışçıl bir arada yaşama politikasından taviz vermesine izin vermez. Aslında, adanmış olduğu atom savaşının hazırlanması iki koşul gerektirir. Birincisi, maddi temel ve ikincisi sosyal, tek başına bu hazırlık için yaşayan, ekonominin yönelimlerine karar veren ve kendini her an her şeye müdahale etmeye hazır hisseden, karar verme gücüne sahip bir ekip. Toplumsal sonuçlar çıkarılmadan ekonominin toplumsal ağırlığından söz edilemez. Bu bölümler, devrimin tüm sürecinin doğrudan onlara karşı gittiğini ve devrim ilerledikçe orantılı olarak, kendilerini onunla yüzleşmek için daha az elverişli bir konumda bulacaklarını dikkate alır. Kennedy eğilimine karşı yürüttükleri mücadele, Kennedy’nin Kruşçev’in ihanetinden çıkar sağlama politikasına aykırı değil, böyle bir politikanın sonuçlarından korkmalarının bir sonucudur.
Kapitalizm sadece küresel bir şekilde değil, farklı kesirler aracılığıyla da ifade edilir. Bunlardan biri kapitalizmin merkezileşmiş çıkarlarını temsil ediyor ve yansıtıyor ve bugün bu kesir Pentagon. Ayrıca, ikincisi, kesin bir önlem almadığında tereddütlerini, şüphelerini ve savaşın kapitalizmin ortadan kalkması anlamına geldiğinden korktuğunu gösterir. Eğer durum böyle olmasaydı, savaşı çoktan başlatmış olurdu, çünkü kapitalizmin içsel toplumsal ilişkilerinde yıkılmaz bir mantık vardır. Ama aynı zamanda kapitalizm, kapitalizmin küresel veya kısmi çıkarlarına göre istediği gibi ve istediği zaman karar veremeyen çelişkili bir rejimdir, çünkü kendi çelişkileri iç mücadeleleri beraberinde getirir.
Tarihsel açıdan bakıldığında, dünya kapitalizminin, İşçi Devletlerini ezme girişiminde bulunarak savaşı başlatmak için silahlanması gerektiğine dair hiçbir şüphesi yoktur. Kapitalist kesimler arasında bu konuda bir tartışma yoktur.
Yine de çelişkileri çok büyük. De Gaulle, Çin ile ticaret için bir komisyon tasarladı. Kapitalizm şimdi SSCB’nin geri ödeme kredilerinin süresini tartışıyor.
Üç pozisyon var. ABD, İtalya, Fransa ve Belçika beş yıllık bir gecikme konusunda anlaştılar.Almanya yedi yıl ve İngiltere için sabit bir sınır yok. Açık bir şekilde absürt.İşçi devletlerine karşı savaş hazırlığı içindeyken, işçi devletleriyle ticareti geliştirmenin yollarını arıyorlar! Bu, kapitalizmin hayatta kalabilmek için işçi devletleriyle ticaret yapmak zorunda olduğu anlamına gelir. Kapitalizmin mantıksal ve diyalektik bakış açılarına aykırıdır.
Kapitalizm, tarihsel çıkarları açısından işçi devletleriyle ticaret yapmamalı, bunu yapmama gücüne sahip olmalıdır. Halen Asya, Afrika ve Latin Amerika’da olduğu kadar kapitalist ülkelerde de muazzam yatırım alanlarına sahiptir. (Fransız gazeteleri, nüfusun % 50’sinin evinde akan suyunun olmadığını gösteren yaşam koşullarıyla ilgili raporları yayınladı. Ama bu sadece Fransa’da değil. ABD’de yakın zamanda yayınlanan bir çalışmada, “Öteki Amerika”, nüfusun %25’inin gerekli asgari olarak kabul edilenin yarısından daha azına eşit bir ücret kazandığı gösterilmiştir. Latin Amerika’da, sakinlerin başına düşen yıllık ortalama gelir, ABD’ninkinin sadece onda biridir). Kapitalizmin yatırımlar için geniş bir alanı vardır, ancak onları engelleyen ve işçi devletleriyle ticaret yapmaya zorlayan çelişkiler de vardır.
Bu, Sovyet bürokrasisinin tutumunu onayladığımız anlamına gelmiyor. Kapitalist ve sosyalist ülkeler arasındaki ticarete karşı değiliz. Ancak bu alışverişler, İşçi Devletleri arasındaki ekonomik planlamanın ardından gerçekleşmelidir; kitlelerin devrimci mücadelesinin veya kapitalizmi yenme mücadelesinin örgütlenmesi veya bu mücadelede İşçi Devletlerinin doğrudan desteği pahasına değil. Ve bürokrasi sosyalist ülkelerde devrimi ve ekonomik planlamanın çıkarlarını feda ediyor. Kapitalizmin, Sovyet bürokrasisi ve İşçi Devletleriyle böyle bir politikayı yürütmesi işte bu yüzden teşvik ediliyor.
Ancak bu koşullarda bile bu, kapitalizmin sosyal ve politik otoritesinin pekiştirilmesi anlamına gelmeyecektir. Her şekilde, durum buna karşı çıkacaktır. Çünkü kitleler faaliyetlerini kapitalist ülkelerle yapılan ticari anlaşmalar çerçevesinde sınırlamayacaklardır. Anti-kapitalist devrimci mücadelelerini sürdürecekler. Tamamen Kuzey Amerika ve dünya kapitalizminin bir eğilimi olan Kennedy eğilimi, bu durumdan maksimum faydayı sağlamaya çalışmakta, ancak Sovyet bürokrasisinden herhangi bir proleter devrimi teşvik etmeyeceğine veya desteklemeyeceğine dair sosyal ve ticari garantiler aldıktan sonra, Komünist partilerin kapitalizmi tehlikeye atmasına yol açacak hiçbir önlem almayacaktır. Acımasız gerçeklik kendini gösteriyor.
İşçi Devletleri artık devrim sürecine kayıtsız kalamaz ve gelecekte de kalamayacaktır. Bunun kanıtı geçen yıl Küba’nın durumundadır. Kennedy eğilimi, İşçi Devletleri arasında bir mücadele umuduyla, mevcut durumu aşmak ve gericilik kapasitesini geliştirmek, zamanı geldiğinde ilk darbeyi vurarak İşçi Devletlerini yok etmek umuduyla silahlanırken işçi devletlerini zayıflatma umuduyla kapitalizmin varlığını maksimuma kadar uzatmaya çalışmak amacıyla, Sovyet bürokrasisinin barış içinde bir arada yaşama politikasının kabul edilmesi yönünde dünya kapitalizminin çoğunluk eğilimidir.
Ancak kapitalizm, Çin-Sovyet anlaşmazlığının kamuoyunda ortaya çıkmasından sonra, birlikte yaşamayı kabul etti ve Sovyet bürokrasisi ile barışçıl bir arada yaşama çizgisinde anlaşma derecesini yükseltti. Geçen yılın Kasım ya da Aralık ayından itibaren bürokrasinin emperyalizmle barış içinde bir arada yaşamayı sağlama girişimleri, yalnızca şu ya da bu kapitalist kesimde değil, dünya kapitalizminin büyük çoğunluğunda bir yankı bulmuştur. Bu, kapitalizmin yalnızca Kruşçev’in ve Sovyet bürokrasisinin sözü temelinde değil, gerçeklere göre işlediği anlamına gelir.
Tartışmasız gerçeklerden biri Küba’dır. Emperyalizm Küba’yı işgal etmek için seferber oldu ve işgal etmediyse bunun nedeni Küba halkının kendini savunmaya istekli olduğunu göstermesidir. Ve Küba halkının savunması, Amerikan emperyalizminin büyük askeri üstünlüğü tarafından ezilse bile, muazzam bir devrimci sonuç ve etkiye sahip olacaktı, özellikle de ABD’de.
Diğer faktör ise, işçi devleti olan Sovyet halkının Küba’nın işgalini önleme kararlılığını göstermesidir. Yüzlerce örnek var: askeri tepki, gemilerdeki tepki, Kruşçev’in mektubu. Kruşçev’den Yankilerden Küba’yı işgal etmemelerini isteyen bir mektup olduğu söylendi. Bir şeye inanıyoruz: Kruşçev’in Kennedy’ye yazdığı mektup yayımlanmadı ve yayınlanmayacak da çünkü bu mektupta savaşın korkunç olacağı, ama her şeyden önce bunun Sovyet bürokrasisi kadar Yankee emperyalizminin de yok edilmesi anlamına geleceği belirtiliyordu.
Ancak Kruşçev’in mektubu, “Küba’ya saldırırsanız ne orduyu ne de Sovyet halkını kontrol edemem, üstelik bu hem sizin hem de benim sonum olur” ifadesini içeren açık ve kesin bir mektup olsa gerek. Eğer Yankee emperyalizmi Kruşçev’in mektubunda avantaj elde etme veya inisiyatif alma olasılığını sezmiş olsaydı, savaşı hemen başlatırdı. Bunu engelleyen insani vicdanları değil, somut, toplumsal bir yok olma korkusudur.
Emperyalizm, Kennedy eğilimi, kendi varlığını maksimuma çıkarmak için Sovyet bürokrasisinin muhafazakar çıkarlarından yararlanmaya çalışıyor.

Sözde Pentagon kesimi de bu durumun farkında ve gecikmenin ekonomik, sosyal ve ideolojik çıkarları açısından doğrudan bir kayıp anlamına geldiğini düşünüyor. Kısa süre önce gerçekleştirdiği saldırının nedeni de budur. Kennedy’nin suikastı bu saldırının başlangıcını değil, yalnızca bir aşamasını işaret ediyor. Honduras’ta, Dominik Cumhuriyeti’nde yaşanan darbe, Lacorda’ya verilen destek ve Güney Vietnam’a yapılan müdahale Pentagon’un bu saldırısının diğer boyutlarıdır. Aralarındaki mücadele keskin bir şekilde tanımlanmıştır. Güney Vietnam’da iki grup birbirine karşı çıkıyor. Birisi atom silahlarını kullanmak isteyen, konvansiyonel savaşa devam etmek isteyen hatta bir anlaşma olasılığını öngören Kennedy fraksiyonuna karşı çıkanlar. Güney Vietnam’daki bu iç mücadeleler, Pentagon ile Beyaz Saray arasındaki mücadelenin bir parçasıdır.
İçsel çelişkiler ne bir karar ne de bir otorite gösteriyor; aksine zayıflık, çözülme ve örgütsüzlük sergiliyor. Pentagon, kendi politikasını ABD’ye dayatmaya elverişli bir dünya tablosu yaratmaya çalıştı. Ancak bu yalnızca ABD içinde kararlaştırılabilecek bir şey değil.
Dünya devriminin baskısı ve kapitalist barış içinde bir arada yaşama blokunun bütün sonuçları Amerikan halkının omuzlarına biniyor. Bu, Kuzey Amerika kitlelerinde büyük bir yankı buluyor ve Pentagon’un çıkarlarına ters düşüyor. Kennedy’nin görünürdeki ırkçılık karşıtı politikası gerçekte ırkçılık karşıtlığıyla ilgisi olmayan bir politikadır. Kennedy de Pentagon gibi siyahları küçümsüyordu. Johnson ise iğrenç bir Teksaslı ırkçıydı; oligarşik bir Teksas ailesinden geliyordu. Fakat Kennedy eğiliminin ekonomik çıkarlarını savunmak, sözde bir ırkçılık karşıtı politika ile bağdaşabiliyordu. Daha doğrusu, ortada gerçek anlamda ırkçılık karşıtı politikalar yoktu; sadece orta sınıfın üst katmanlarından gelen siyahlara yönelik son derece cılız tavizler söz konusuydu.
Kennedy, Pentagon tarafından öldürüldü. Bu, Beyaz Saray’daki kesimlere verilen bir uyarıydı: Sovyet bürokrasisinin vermek zorunda kaldığı tavizlerden sonuna kadar faydalanmalı fakat karşılığında hiçbir taviz verilmemeliydi. Ancak böylesi bir politika imkansızdı.
Amerikan kapitalizminin sorunlarını gangster yöntemleriyle çözmeye yönelmesi — ki onlar gerçekten gangsterdir — onun ruh hâlinin, bilincinin ve kararlarının kritik bir öfke noktasına ulaştığını gösterir. Böyle bir eylem anlık bir dürtüyle planlanmaz. Kennedy ABD’nin başkanıydı. 1963’te ABD’de bu tür bir suikasta başvurulmuşsa, bu Pentagon’un, politikasını artık normal ve demokratik yollarla sürdüremeyeceği sonucuna vardığını gösterir. Bu öfke hâli yalnızca Sovyet bürokrasisiyle doğrudan ilişkilerden değil, sürekli gerileyen emperyalizmin dünya konumundan da kaynaklanıyordu.
Pentagon, Çin-Sovyet çatışmasından sonuna kadar yararlanmak istiyor. Ancak aynı zamanda bunun ona esaslı hiçbir kazanç sağlamayacağının da farkında; zira bu çatışma emperyalizmin sosyal ve politik otoritesini güçlendirmiyor.
Askerî açıdan Pentagon ile Kennedy arasında bir fark yoktu. Farklar sosyal ve siyasi düzeydedir. Pentagon, son dönem boyunca Afrika, Orta Doğu, Asya ve Latin Amerika’da emperyalizmin büyük geri çekilişlerini gördü. Bu geri çekilmeler Pentagon üzerinde büyük bir etki yarattı. Müdahale etmek istedi ve ediyor da, fakat müdahalelerinin çok az sonuç verdiğini hissediyor. Önceki dönemde Foster Dulles hâlâ karşı-devrimler örgütleyebiliyor ve istediğini yapabiliyordu. Şimdi ise olayları belirleyebilecek askerî ekipler, faşist ve ırkçı gruplar ortada yok. Amerikan emperyalizmi, kendi ülkesinde dünya devriminin ilerleyişine karşı koyabilecek bir faşist hareket ve rejim örgütlemekten aciz. Dünya emperyalizmi, kapitalizmin tümünü tek bir komuta altında merkezileştirmek ve dünya devrimine karşı koymak konusunda da çaresiz. Öte yandan, Kuzey Amerika’daki faşist grupların da toplumsal bir dayanağı bulunmuyor. Hitler ve Mussolini zamanında, Almanya’nın dünya çapında gelişimi perspektifini sunarak küçük burjuvazide büyük toplumsal hareketler örgütleyebilmişlerdi. Amerikan emperyalizminin neden böyle bir şey yapamadığını anlamak gerekir. Karşısında dünya devrimini bulmasına rağmen, bunu destekleyecek bir toplumsal taban yok. Çünkü Kuzey Amerika kitleleri bizzat dünya devrimini yaşıyor. Komünizm tehlikesi, Küba vb. gibi tehlikeler öne sürülerek destek akımları yaratılmaya çalışıldı; ancak bu girişimler başarısız kaldı.
Kennedy’nin tasfiyesi, Pentagon’un tüm bu başarısızlıkların yarattığı umutsuzluğun bir ifadesidir. Ama yine de Pentagon bu suikastı, Amerikan politikasının eskisi gibi sürmesi için organize etmedi. Öfke ve umutsuzluk bireysel düzeyde ortaya çıktığında toplumsal sonuçlar doğurmaz. Fakat kapitalizmin çelişkilerinden kaynaklandığında — şimdi ABD başkanının suikastında olduğu gibi — bu, Amerikan kapitalizminin bir kanadının, uygun gördüğü her anda atom savaşı ilan etmeye ve herhangi bir fırsatı atom savaşı için kullanmaya kararlı olduğunu gösterir.
Pentagon ile Kennedy kanadı arasındaki fark şudur: Kennedy kanadı da savaş hazırlığı yaparken, aynı zamanda Sovyet bürokrasisinden tavizler koparmaya, onun vermek üzere olduğu ödünlerden yararlanmaya ve mevcut durumu olabildiğince uzatmaya çalışıyordu. Bu, yalnızca bu durumu kabullenmeye karar verdiği anlamına gelmez. O kanat da her an savaşı başlatmaya hazırdı. Küba bunu zaten göstermişti. Ancak emperyalizmin dünya egemen sınıfı olarak çıkarlarına göre bu iki eğilimden birini seçmek zorunda kalması ölçüsünde, Kennedy kanadı esasen mevcut zaferinin güvenliğinden ziyade ilerlemekten duyduğu korkuyu temsil ediyordu.
Sovyet bürokrasisinin suçu yalnızca barış içinde bir arada yaşama politikasında değil; aynı zamanda, emperyalizmin içine düştüğü panik hâlini kitlelerden gizleyip onları aldatmasında da yatmaktadır. Çinliler ve Fidel Castro da aynı şekilde hareket ettiler. Çinliler, bu süreçten kitleleri harekete sevk edecek, anlamalarını ve müdahale etmelerini sağlayacak tek bir sonuç bile çıkarmadılar. Kennedy öldürüldüyse bunun nedeni, Pentagon’un artık ikna yolları kalmadığını, parlamenter, mali ya da siyasi yöntemlerle emperyalizmin iç güç dengelerini değiştiremeyeceğini kavramış olmasıdır. Dolayısıyla yakın gelecekte bu dengeleri kendi lehine parlamenter yoldan değiştirme olanağı kalmadığını görmüş ve bu yüzden suikasta karar vermiştir. Suikastın, zamanına aldırılmadan, Johnson olsun ya da olmasın, kapitalizmin tümünü peşinden sürükleyerek savaşa gitmek için tasarlandığı açıktır. Böyle bir şey yapılabilir miydi? Bunun gerçek anlamını kavramak gerekir: Kendini dünyaya demokrasinin öncüsü ve canlı merkezi olarak sunmak isteyen bir ülkenin başkanı, ABD Başkanı suikasta uğramıştır! Bu, emperyalizm için otorite bakımından müthiş bir kayıp, tüm dünya karşısında ve özellikle Kuzey Amerika kitleleri önünde büyük bir prestij yitimidir.
Pentagon bunun farkındaydı ve eğer bu suikastı örgüt etmeye cesaret ettiyse, artık Kuzey Amerika kitlelerinin desteğiyle politikalarını zafere ulaştıramayacağına inandığı içindir.
Eğer ABD’de bir komünist ya da Castro yanlısı böyle bir eylem planlasaydı, bütün gazeteler ve FBI aylarca kamuoyunu alarma geçirirdi (zira ABD, ihbar karşılığında büyük mali ödüllerin her zaman bulunduğu bir ülkedir). Bugün Kennedy’yi öldürdüler ve sanki bir manavı ortadan kaldırmış gibiler. Bu tavır hükümetin ve burjuvazinin bilinçli tutumudur. Projenin sahibi Pentagon’dur fakat onu kışkırtmak istememektedirler. Uyarılmışlardır ve tepkileri Pentagon’u etkilemeye çalışmak olmuştur. Ancak Pentagon, kendi etkisini kaybetmek için Kennedy’yi öldürmedi. Pentagon, toplumsal etkilenmelere kapalı bir aygıttır. Kararını vermiştir.
Dünya kapitalizminin tepkisi tarihte eşi görülmemiştir. 24 saat içinde bütün devlet başkanları ABD’ye koştu. Amaçları, Pentagon’a karşı toplu bir görüntü sergilemek ve yalnızca varlıklarıyla onu dizginlemekti. Cenazeye çiçek götürmek için değil, Kennedy’nin politikasına destek göstermek için geldiler. Katılımları, aynı zamanda Pentagon’a yöneltilmiş bir uyarı niteliği taşıyordu ve bu, en azından geçici olarak Pentagon üzerinde etkili oldu. Fakat nihai hesaplaşma ufkunda sınıf savaşı, aygıtı elinde tutanın lehine sonuçlanacaktır. Kuşkusuz, ekonomik gelişme, mali istikrar ve benzeri unsurlar önemlidir. Ancak kapitalizmin artık daha fazla büyüme imkânı kalmadığı bir dönemde, Pentagon Kennedy’yi tasfiye ederek savaşa hazırlanmıştır.
Kapitalizmin ekonomik ve mali güvenine dair söylenenlere rağmen, Kennedy öldürüldüğünde diğer tüm kapitalist ülkelerin temsilcileri, büyük ve parlak ekonomik ufuklarını göstermek için değil, barış içinde bir arada yaşamadan söz etmek için apar topar geldiler. Bu durum, ne Sovyet bürokrasisinin, ne Çin’in, ne de Castro’nun yararlanabildiği kapitalizmin müthiş çelişkilerini gözler önüne seriyor. Böyle bir rejimin içinde bulunduğu durumu hayal etmek mümkündür: Sirk gösterisi sahnelemek zorunda kalıyor. Hiçbir toplumsal gücü yok ve savaş onu süpürüp atacak. İşte bu yüzden Kruşçev’in karısı Amerikan büyükelçisinin omzunda ağladı.
Siyasi açıdan Kennedy suikastı, Sovyet bürokrasisinin yararlanamadığı muazzam bir siyasi kredi anlamına geliyor: Onun yararlanması Pentagon’u sıkıştırmak, fakat sonuçlarını durdurmayı bilememek olurdu.
Kennedy’nin ölümünden bir saat sonra Johnson yemin etti; yanında Bayan Kennedy vardı. Bu, ABD tarihinde eşi görülmemiş bir olaydı. (Üç ya da dört başkanın aynı anda yemin etmeye hazır bulunduğu ülkelere ancak Arjantin ve Bolivya’da rastlanabilirdi. Beyaz Saray için ise geleneksel olarak belirli bir prosedür ve protokol vardır). Johnson’ın bu şekilde yemin etmesinin nedeni, Kennedy eğilimine bağlı kesimlerin, Pentagon’un derhâl Sovyetlerle yüzleşmeye yol açacak bir dizi önlemi dayatabileceği bir kaos yaratılmasından duyduğu korkuydu. Yani “demokrasi” rejiminde anayasal çerçevede işleyen yasal bir hükümetin yokluğunda, ülkeyi anayasal yollarla kontrol etmenin garantisi bulunmuyor; kaosun tüm koşulları mevcut. ABD Kongo değildir. ABD, Kongolu Afrikalılar’ın ülkeyi yönetmekten aciz olduklarını ileri sürerek Kongo ile alay etmiştir. Ama öte yandan bir başkanı öldürüp yerine geçeni, hayatına kast edilebileceği korkusuyla bir uçağın içinde yemin ettirmek zorunda kalmıştır. Bir astın ya da bir generalin inisiyatifi ele geçirip savaşı başlatmasından korkmuşlardır. Bu, iç çözülmenin ulaştığı boyutu gösterir. Alçak ve sefil Sovyet bürokrasisi ise, en çürümüş haliyle ortaya çıkmış olan bu ülkedeki kapitalizmi şimdi ayakta tutmaktadır.
Pentagon bu uyarıyla yetinmeyecektir. Kennedy’yi öldürmeyi göze alan bir ekip, sonuna kadar gitmeye kararlıdır. Bunu Lincoln ya da diğerlerinin suikastıyla kıyaslamak mümkün değildir. Onlar daha çok iç çekişmelerin ürünüydü, dışarıya önemli yansımaları olmadı. Bugünkü suikast ise nihai hesaplaşma döneminde gerçekleşiyor. Bu, işin sonuna kadar götürmeye kararlı ve güçlü bir ekibin işi olduğunu, ayrıca hükümetin suikastın gerçek koşulları ve planlayıcıları konusundaki suskunluğunu gösteriyor. Önemsiz bir grubun işi olsaydı çoktan ortadan kaldırılmışlardı. Sessizlik, suikastçıların ABD’nin askerî aygıtını ve planlamasını yönetenlerden oluştuğunu gösteriyor. Kapitalist dünyanın geri kalanının tutumundan bağımsız olarak, kapitalizmin stratejisini planlayıp uygulayanlar onlardır ve diğerlerini de peşlerinden sürüklüyorlar.
Şu da kesin: Devlet başkanlarının ABD’ye akın etmesi Pentagon üzerinde bir etki yarattı; onu taktik değişikliğine ve suikastı bir komünist ya da Castro yanlısının işi gibi göstermeye yönlendiren hazırlığı bozmaya zorladı. Hepsi hazırdı ama dünya liderlerinin gelişi, Pentagon’un bir kesimini düşündürdü; kapitalist dünyanın geri kalanında belli bir destek zemininin gerekli olduğunu hissettirdi. Ama dünya kapitalizminin böylesine muazzam bir zayıflamaya uğraması karşısında devrimin açtığı imkânları tahayyül etmek bile yeterli. İşçi devletleri büyük bir güç, kitleler için birleştirici ve merkezileştirici bir etkenken, bürokrasi böylesine zayıflamış bir kapitalizmi desteklemeye koşuyor.
Kennedy suikastının tüm sonuçlarının açığa çıkması için biraz zaman beklemek gerekir. Ama şu kadarı açık: Pentagon, Kennedy’yi kendi çıkarına en uygun anda savaşı başlatacak şekilde gizlice tasarlanmış bir politika çerçevesinde öldürdü. Bekleyerek, barış içinde bir arada yaşama politikasının kendileri açısından kısa vadeli bazı avantajlar sunduğunu göstermekle yetinecekler: örneğin Küba, Latin Amerika, Afrika ve Asya konusunda bürokrasiyi bir dizi tavize zorlamak gibi.
Ama bürokrasi bizzat afallamış durumdadır; çünkü karşılık verecek bir politikası yoktur. Devrimci politika dışında hiçbir ikame yoktur. Bu da bürokrasinin tepkisini açıklıyor. Önünde iki yol var: Bu olaydan devrimci bakış açısıyla yararlanmak veya tersine, Pentagon’un büyük bir atılım yapmasının sonuçlarını sınırlamaya çalışmak. Ama ikinci yol, ABD kapitalizmini açıkça desteklemek demektir.
Biz, IV. Enternasyonal, Sovyet bürokrasisinin politikasının giderek daha karşı-devrimci bir nitelik kazanacağını her zaman savunduk. Barış içinde bir arada yaşama çizgisinin başka bir sonucu olamaz. Bu çizginin temeli kapitalizme güvence vermektir; herhangi bir proleter devrimi desteklemek, teşvik etmek ya da ilerletmek değildir. ABD emperyalizminin bu krizinde Sovyet bürokrasisi, Kennedy anısına saygı duruşları düzenleyerek, Varşova’daki Dünya Barış Konseyi toplantısında ve dünya çapındaki komünist partilerin siyaset bürolarında sessizlik dakikaları gözleyerek rezil olmuştur.
Dünya kitleleri ise suikasta bambaşka tepki verdi. Bu, özellikle sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde göze çarpıyordu. “Geri kalmış” denilen, siyaset anlamaz denilen kitleler basit ve doğrudan bir sonuç çıkardı: “Bir haydut, başka bir haydutu vurdu; bu onların işi.” KP’nin işçi tabanı da, liderliklerinin resmi çizgisi gelmeden önce doğru bir tepki verdi: “Kennedy, Küba’ya saldırmak istediği için bedel ödedi.” Böylece Kennedy’yi suçlayarak, onun Küba’da, Latin Amerika’da, Afrika’da, Asya’da işlediği tüm cinayetleri hatırlatarak tepki gösterdiler. Kitleler ağlamadı; Kennedy’nin oynadığı cellât rolünü ifşa ettiler. Bu, dünya kitleleriyle Sovyetler Birliği bürokrasisi ve diğer işçi devletleri arasındaki uçurumu açıkça gösterir.
Çinliler de fırsatçı ve reformist bir tutum aldı. Varşova’da Kennedy için bir dakikalık saygı duruşunu reddetmelerini doğru bulsak da, tepkilerini yalnızca Dünya Barış Konseyi gibi bürokratik organlarla sınırlamaları fırsatçılıktır. Dünya kitlelerine hiçbir açıklama yapmadılar. Kapitalizmi devirmeleri için dünya kitlelerini göreve çağırmak onların sorumluluğuydu.
Kennedy’nin suikastı, kapitalistler arası çelişkileri keskinleştirdi ve bunun sonucu olarak savaşın her an patlak verme ihtimalini gündeme getirdi. Bu cinayet, savaşın önlenebileceğine hâlâ inanan ve barış içinde bir arada yaşamadan bahseden Çinliler ve Castro gibi unsurlara doğrudan bir darbedir. Sonuçları, Çinlilere ve Kruşçev’e rağmen, büyük olacaktır. Çünkü barış içinde bir arada yaşama politikasının iyi savunuculara ihtiyacı vardır. Johnson’un ya da ondan sonrakilerin politikası, bu çizgiyi güçlendirmek değil, zayıflatmak olacaktır. Yani bu son hesaplaşma aşamasında politikayı belirleyecek ve yönetecek olan, Avrupa kapitalizminden bağımsız biçimde, Yankee emperyalizmi ve daha da kesin biçimde Pentagon’dur; Pentagon kararını vermiştir.
Bugüne dek Amerikan emperyalizmini temsil eden Kennedy yönetimi ve eğilimi, liderliği seçim oyunu yoluyla sürdürmek niyetindeydi. Pentagon ise bu oyuna güvenmediğini, yalnızca suikast ve fiziksel tasfiyeyle politikasını dayatacağını göstermiştir.
Artık kararlar seçimle alınmayacaktır. Pentagon’un, cenazeye gelen devlet başkanları, krallar ve diğer “aptalların” baskısıyla boyun eğmek zorunda kalması kısa süreli olacaktır. Çünkü dünya nesnel durumu barış içinde bir arada yaşamaya yeni temeller sağlamaya elverişli değildir. Aksine, devrimin sürekli ilerleyişi ve işçi devletlerinin gelişimi, bu tür bir beraberliğin zeminini daraltacak ve Pentagon’un yeni tepkilerini kışkırtacaktır.
Sovyet bürokrasisinin, Kennedy’nin olası katilini Troçkist ilan etmesi, suikastın gerçek örgütleyicilerinden dikkati uzaklaştırmak için ortaya atılmıştır. Stalin dönemindekilere benzeyen bu tamamen saçma ve aptalca yalan, Johnson’a Pentagon’un sorumluluğunu gizleme imkânı sunmaktadır.
Bu çözümlemenin önemli sonucu şudur: Çinliler bu durumdan yararlanmaya çalışmıyor olsa bile, kısa sürede buna mecbur kalacaklardır. Çin-Sovyet krizi derinleşecektir. Sovyet bürokrasisinin barış içinde bir arada yaşama çizgisini sürdürmek için nesnel temelden yoksun olduğu çok kısa sürede açığa çıkacaktır. Komünist partilerin karşı-devrimci rolü her adımda daha da netleşecektir. Çinlilerin mücadelesi ise, Kruşçev’le anlaşma zeminleri her adımda küçüldükçe, kaçınılmaz olarak sertleşecektir. Sovyetler Birliği içindeki kriz büyüyecek, ordu içindeki eğilimler ve bürokrasinin orta ve alt kesimleri savaş hazırlıklarının başladığını hissedecektir. Kitleler kendi taraflarından öne çıkacak, bu da Çinlilerin sertliğini artıracaktır.
Bizim bu sürece müdahale etmemiz gerekir. Çinliler şimdiye dek komünist partiler içinde gerçek bir muhalefet örgütleyemediler, yine başaramayacaklar. Çünkü kurabildikleri muhalefetler, reformist ve uzlaşmacı programlarla sınırlı kaldı. Mücadelelerini sürdürebilmeleri için devrimci bir programı öne çıkarmak zorunda kalacaklar. Bu da Troçkizmdir. İsteklerinden ve amaçlarından bağımsız olarak, her anti-kapitalist politika Troçkisttir. Politikaya sınır koymaya kalkışılırsa başarısız olur. Anti-kapitalist politika izlendiğinde ise iktidarı almaya yönelmek zorunludur. Anti-kapitalist program ve faaliyet olmadan komünist muhalefet örgütlenemez. Stalin ve onun rolüne dair tartışma tarihe karışacak ve olumlu biçimde çözülecektir. Ama bugün kitlelerin ihtiyacı bir anti-kapitalist programdır. Çinliler, Sovyet bürokratlarıyla kapalı kapılar ardında tartışmak istiyor, kitlelerin müdahalesini istemiyor. Ama sonunda başka çareleri kalmayacak, dünya kitlelerine başvurmak zorunda kalacaklardır. Bu da bizim gelişimimizin yolunu açacaktır.
Kennedy suikastı, kitlelerin devrimci mücadelesinde, Çin-Sovyet krizinde ve KP’ler içindeki devrimci eğilimlerin oluşumunda süreci daha da keskinleştiren bir aşamadır. Ve bu program Troçkist olacaktır.
İşte bu nedenle Sovyet bürokrasisinin “Katili belki Troçkisttir” suçlaması rastlantı değildir. Havadan yapılmış bir itham değildir. Esasen bürokrasinin bilinçli bir haykırışı, baş düşmanını işaret etmesi ve Pentagon, Kennedy eğilimi ve kendisi etrafında ortak bir çıkar merkezinde birleşme çabasıdır. Ama tüm bunlara rağmen süreç ilerleyecek ve gelişecektir. Troçkistlerin iradesi, kararlılığı ve etkinliği elbette önemlidir; ama asıl temel, nesnel sürecin bizzat Troçkist olmasıdır. Bu yüzden tüm bu süreçte anlayabilen, harekete geçebilen ve eylem örgütleyebilen tek akım Troçkistler olmuştur. O hâlde, devrimci gelişmenin nesnel olarak lehimize işleyeceği güveniyle konumlarımızı ve programımızı genişletmek için eylemimizi örgütlemeliyiz. Savaş, devrimdir. Ve savaş, hem Sovyet bürokrasisinin hem de kapitalizmin sonu; dünya devriminin ve Troçkizmin gelişmesidir.
Bir yanıt yazın