[“Drama”dan, entelektüellerin siyasi müdahalelerine ilişkin bir araştırma için.]
Birkaç yıl önce, her gün devrimin ertesi gün patlak vereceği izlenimini veren bir dönem vardı. 1968’den itibaren, Sistem’i temellerinden yıkacak ve yok edecek eli kulağında olan Devrim’e (o zamanlar takıntılı bir biçimde böyle söyleniyordu; ve şimdi, bunu söyleyenler bırakalım utanç duysunlar) inanan genç insanlarla beraber artık genç olmayan ve hatta saçları ağarmış olanlar bile vardı. Onlarda, “Ertesi günün devrimi”nin kesinliği gençlerde olduğu gibi bir gerekçelendirme bulamaz: onlar; bir entelektüelin ilk görevi olan, her şeyden önce ve herhangi türde bir başarısızlığa uğramadan, gerçekleri eleştirel bir şekilde incelemek görevini yerine getirmekte başarısız olduklarından suçludurlar. Ve eğer, gerçekten de, o günlerde eleştirel teşhis orjileri yapıldıysa da, eksik olan şey gerçek eleştiri istenciydi.
Sağduyu ve somutluk olmadan ussallık olmaz. Sağduyu ve somutluk olmadan, ussallık fanatizmdir. Ve aslında, bugünün gerilla savaşının ve ertesi günün devriminin stratejistlerinin etrafında kalabalıklaştığı o haritalarda, entelektüellerin siyasi müdahale “görevi” fikri gereklilik ve us değil, şantaj ve taraf tutma üzerine kurulmuştu.
Bugün, bütün bunların çaresizlik ve bilinçsiz bir acizlik duygusunun ürünü olduğu açıktır. Avrupa’da, Kapital tarafından planlanmış yeni bir medeniyet şekli ve uzun bir “gelişim” geleceği şekillenirken -ki bu da böylece kendi iç devrimini beraberinde getirdi: Uygulamalı Bilim devrimi bin yıllık köylü medeniyetini kuran İlk Ekim (Tohumlama) kadar önemlidir- bir işçi devriminin tüm umutlarının kaybolduğu hissediliyordu. Bu yüzden Devrim ismi bu kadar çok haykırıldı. Sadece bu da değil, artık diyalektiğin imkansızlığı değil, teknolojik kapitalizm ve insancıl Marksizm arasındaki eşölçülebilirliğin imkansızlığı bile açık duruma gelmişti.
Böylece, Avrupa’nın her tarafında Marksizm kelimesinin diğerlerinin üzerinde baskın olduğu bir çığlık yankılandı. Biz -haklı olarak- kabul edilemezi kabul etmek istemedik. Gençler, bir tür şeytan çıkarma ve Marksist umutlara veda niteliği taşıyan bu uzun çığlığın sürdüğü günleri çaresizce yaşadılar: onlarla birlikte olan olgun entelektüeller, tekrar ediyorum, siyasi bir hata işlediler. Aksine, PCI (İtalya Komünist Partisi) tarafından işlenmemiş bir hataydı bu. O zamandan beri PCI kapitalizmin yeni tarihsel gidişatının ve “gelişiminin” kaçınılmazlığını gerçekçi bir biçimde fark etti: ve muhtemelen tam olarak o günlerde “tarihsel uzlaşma”* fikri olgunlaşmaya başladı.

Apolitik bir entelektüelden -bir edebiyatçı, bir bilim insanı- bahsederken, siyasi müdahalenin “görevi”nden söz edebileceğimizi varsayarsak, bunu yapmanın tam zamanıdır. 1968’de ve onu takip eden yıllarda harekete geçmek, savaşmak, haykırmak için nedenler son derece haklıydı, ancak tarihsel bakımdan bunlar birer bahane niteliğindeydi. Öğrenci ayaklanması bir gecede başladı. Harekete geçmek için objektif ve gerçek sebepler yoktu (belki de devrimin o zaman ya da bir daha asla gerçekleştirilemeyeceği düşüncesi hariç: ama gene de bu soyut ve romantik bir düşünce). Dahası, kitleler için gerçek tarihsel yenilik tüketimcilik, refah ve gücün hedonistik ideolojisiydi. Tersine, bugün tam adanmışlık için objektif sebepler vardır. Olağanüstü hal halkı ilgilendirir: gerçekten, her şeyden önce halkı.
Bu sebepleri iki noktada şöyle özetlerdim: ilki, gerilimi artık bombalarını atarak değil, ancak aşırı hoşnutsuzlukla kısmen gerekçelendirilen isyanlarla meydanları harekete geçirerek yaratan eski faşist katillere karşı bir “özne” savaşı; ikincisi, artık kaçınılmaz bir süreç, tüm geleceğimizle özdeşleşen bir “gelişme” olarak görülmeyen ve daha çok iktidardakilerin düzeni korumalarına yardımcı olmak için kendini sunan “tarihsel uzlaşma”nın tekrar sorgulanmaya açılması. Basitçe, tarihsel uzlaşmanın “gerçekçiliği”nin kesin olarak aşıldığını söyleyemeyeceğim: ancak en azından, onun, katı “siyasi manevra” karakterinin ötesinde muhakkak yeniden tanımlanması gerekmektedir. Öyleyse, bu, umutsuzca ertelenmiş ve çok gelişmiş bir mücadele biçimi. Ancak bu muğlak, çelişkili, sinir bozucu, şerefsiz, nefret dolu koşulların içindedir ki kültür adamı; tüm Kötülüğe karşı Maniheist öfkeyi, ortodoksluğu ortodoksluğa karşı kışkırtan öfkeyi unutarak politik mücadeleye dahil olmak zorundadır.
* “Tarihsel Uzlaşma”, 70’lerde PCI ile DC (Hristiyan Demokratlar) arasında yapılan tarihi bir siyası uzlaşmaydı. Sovyetler, PCI’nin batı demokrasisine uygun bir komünizm anlayışına yakın durmasından bu uzlaşmaya mesafeli yaklaşmıştır. İtalyan Komünist çevrelerde bu uzlaşma PCI’nin devrimci çizgiden çıkmaya başlayarak sosyal demokrat çizgiye yaklaşması ve işçi sınıfına ihanet olarak anılmıştır.
Bir yanıt yazın